Sabih Tansal Instforumda bir anma

Bir çınarımızı daha yitirdik. Elemliyiz. Eğer Boğaziçi Üniversitesi bugün iftihar ettiğimiz, mensubu olmaktan onur duyduğumuz bir kurum haline gelmişse, bu süreçte kurucularımızın ve tabii ki 7 Ağustos 2000, 5 Ağustos 2004 arası beşinci rektörümüz sevgili Sabih Tansal Hocamızın katkıları, şükran ifadelerimizin ötelerinde. Bugün BAP örnek alınacak düzeyde katkılarını sürdürüyorsa, Sabih Tansal Hocamızın 90’lı yılların başında Araştırma Fonu Başkanı olarak sağladığı vizyon ve böyle bir vizyonla gerçekleşenler temelini oluşturuyor. Artık sosyal ve hümaniter bilimler, doğal bilimler ile aynı ortamlardan araştırma desteği alabiliyorsa, bu durum ilk defa onun döneminde bizim üniversitemizde gerçekleşti ve ülkemize örnek oluşturdu. Onun döneminde Araştırma Fonu Yönetim Kurulu üyesi sevgili meslektaşlarım Ayşe Soysal, Yüksek İnel, İlsen Önsan bunun şahitleridir.

 

Sabih Tansal Hocamızın üstün zekasını, analitik düşünce yetisiyle hayranlık uyandıran hızla sorunlara çözüm üretme yetisini, pratik ve kimsenin aklına gelmeyenleri, tüm kurumu içeren oluşum ve gelişmelere dönüştürme kabiliyetini, bütün bunları sanki çok kolaymış gibi yaşatan paylaşımını, karşısında kim olursa olsun değerli olduğunu hissettiren insani yaklaşımını, ve yalnız çok zeki insanların yansıtabildiği mizah duygusu ve sevimliliğini, kendileri bizzat Hocamızla deneyimlememiş meslektaşlarım için, yaşamı hakkındaki bazı olguları sunmak istiyorum.

 

Prof. Dr. Sabih Tansal 1958’de Robert Kolej Yüksek Okulu Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden lisansını, 1959’da Harvard Üniversitesi’nden Uygulamalı Fizik alanında yüksek lisansını, 1969 ‘da New York Üniversitesi’nden Elektrik Mühendisliği alanında doktora derecelerini almış; 1969-1971 arası Robert Kolej Yüksek Okulu Mühendislik Bölümü’nde sözleşmeli olarak çalışmış, 1971’de Robert Kolej Yüksek Okulu tarafından Associate Professor unvanını almış, 1977’de Üniversitelerarası Kurul doçent olarak eşdeğerliğini kabul etmiş, 1979’da ise profesör unvanını alarak kadroya atanmıştır. Sabih Hocamızın, örneğin doçent unvanını alması ve bu unvanın kanuni statüye ulaşması arasında geçirdiği 6 yıl,  haklı olarak yavaş bürokratik süreçlere sıkılan genç meslektaşlarım tarafından yadırganabilir. Ancak böyle durumlar, 1971-76 arası RC- Boğaziçi Üniversitesi geçiş döneminde kurumumuzda görevli her akademisyenin yaşadığı süreçlerdi. Onlar kurumumuza en büyük katkıları yapmış kurucu nesil olarak, böyle belirsizlikler içinde daha sonraya ışık tutacak temellerimizi oluşturdu. Sevgili Hocamızın idari görevleri arasında, 1992-1996 arası Üstün Ergüder Hocamızın rektörlüğü döneminde rektör yardımcılığı, 1994-1997 ve 1997-2000 arası Mühendislik Fakültesi Dekanlığı ve tabii 2000-2004 arası üniversitemizin rektörlüğü var.

Kişi olarak Sabih Hocamızla çok anım var. Bunlardan biri Araştırma Fonu Yönetim Kurulu üyesi iken çok sevdiği torunu Dilara’nın doğduğu gün, kendi ödeyerek bütün fon üyelerine toplantıdan sonra gantée garsonların servis yaptığı kokteyl; İstanbul çocuğu  iyi bir denizci olarak balık tutmayı ne kadar sevdiği, kendisine teşekkür edildiği zaman, en mütevazi şekilde  “daha neler” diye yanıt vermesi (Fransız kültürü ile büyüdüğünden bunu ‘de rien’ karşılığı kullandığını düşünüyorum), emeğe gösterdiği saygı, katkı yapanlara gösterdiği vefa  (Vedat Hocamızın vefatında, kendisi rahatsızken oksijen tüpüyle gelip konuşma yapması). Çok var böyle anılar. Ama benim için en unutulmazı, Rektörümüz Üstün Ergüder Hocamızın rektörlüğü bitince ilk defa olarak bir Türk üniversitesinde devir-teslim töreni olmasını arzu etmesi ve düzenlenmesine beni önermesi ve senatomuzun da bunu kabul etmesi sonucu, bir çok sevdiğim rektörden, çok sevdiğim başka bir rektör olarak Sabih Tansal Hocamıza devir edilirken üniversitemiz, düzenleyici ve sunucu olarak o gece yaşadıklarımızdı. Rakip olmuş ve öyle seçime gitmiş iki arkadaştan biri rektör olunca, diğerini rektör yardımcısı yapıyor; diğeri de bu görevi kabul ediyor ve müstesna örneklerin üniversitemizden çıktığını gösteriyor. Rektör olarak devri bitince arkadaşlardan birinin, seçilen kadim arkadaşına yerini, Türkiye’de ilk defa, bir törenle bırakıyor. Bunları yaşattılar, kurucularımız, böyle bir kurumun sürekliliğini emekleri ve yetileriyle tarihimizin hiyeroglifleri olarak silinmemek üzere yazdılar, yaptıklarımıza, düşündüklerimize.  

Bir daha bir Sabih Hoca olmayacak, gelmeyecek; yaşayamayacağız onun mizah duygusuyla bezenmiş zekâsını ve tevazu ile hemencecik ürettiği çareleri. Yaşamış olmaya, kurumun dokusuna sinen bütün o güzelliklere bin şükran, Sabih Hocam. Mekânın cennet olsun.